26 Ocak 2012 Perşembe

AŞK

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

                               Nazım Hikmet


Ben ve gece kol kola yine
Yanı başımızda kavuşamayacağını bilse de aşk için kıyıya atılan deniz
Ay aşk ile aydınlık sürmüş karanlıklar üstüne
İnce bir yağmur sızıyor göğün tenha göğsünden

Bir kez olsun bakmıyorum dönüp de arkama
Zamanın kapı aralığından sızıyorum hayata ince bir ezgi gibi
Yarım kalmış bir türkü değildir hayat
Yüreğimin düşleriyle yoğrulmuş bitmeyen bir şiirdir mısralarımda

Küsmedim uzun bir hava gibi içimde dokunan aşka
Küsmedim sular gibi durmadan akıp giden ömrüme
Küsmedim sana ey İstanbul beni bağrına basan kentim
Bak işte yine yürüyorum düşlerimin peşinde en sevda halimle

Ben beni bildim kendini bilen bilir ancak beni de
Fazla söze gerek yoktur yüreklerin kulakları sağırsa
Kolay değildir anlatmak bulamıyorsan seni anlatan alfabeyi
Ben saldım efkarımı yüzümü okşayıp geçen serin rüzgarlara

Biliyorum Nazımım Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Anlıyorum seni Nazımım bütün iş yürekte


25 Ocak 2012 Çarşamba

BİR ÖMRÜN TOPLAMI

Yaşanan küçük yolcukların büyük serüveniydi ömrüm… Yolculuklarım hayatın ta içine yapılan yolculuklar toplamı… Büyük aşklar yolculuklarla mı başlar… Anlayan çıkar mı acaba ya da birinin anlaması için hangi dille yazmalıyım bir ömrün maceralarını… Yaşamın ortasına düşmüş birer damlaydık, damlaya damlaya bir göl olamadık… sevdik sevildik ama hep yenildik, yinede hiç vazgeçmedik insan olmanın direncinden… Yürüdük zamanın solgun denizlerinde, geçtiğimiz her kent bizimle aydınlandı… Kapkaranlık bir çağın ortasına düşmüş romantik gezginlerdik, Hep bir ütopyamız oldu ve biz koştuk hep onun peşinden… Çoğalamayan çoğaltılmayan ömrüm savur şimdi kendini dağlar taşlara, vur kendini hüzün bulutlarına, sağanak olsun yağsın… Şimdi oturmuş bir ömrün toplamını hesaplamaya çalışıyorum… Anlamadınız demi…  Anlamanızı beklemiyorum ki...  2+2=4 mi eder her zaman… Hayat göründüğü gibi midir, neler saklar bağrında… Ya hayatın süzgecinde geçip gelen bir ömrün sonucu kesin midir bu kadar… Bir ömrün toplamı ne eder, ne etmesi gerekir...? Ömrümün toplamı nedir..? Bir ömrün nelerini toplarsanız bir hayat eder… Sağlamasını da yapmak gerekir mi…   Enini-boyunu, kaşını-gözünü, yüzünü-yüzsüzlüğünü  rengini-renksizliğini ve dilini düşündüm hayatın... Belki benim bulamadığım hayatın dili idi ya da hayatın gizli bir şifresi var benim bulamadığım… Belki de yanlış bir dünyada arıyorum, aradığım her neyse… Hayatın şifresini çözen var mı… Ele avuca sığmayan şeydi, kayıp gidiyordu avuçlarımın arasında… Bazen neresinden tutacağımı bilemediğim, elimi yakan ateşti... Benimle birlikte biçim ve ruh değiştiren... Ne dersem, nasıl bakarsam ve duyarsam, öylece benimle aynı şeyi paylaşıyordu... Aynısından hissediyorduk... Tek farkımız vardı... Ben onu yaşıyor, düşünüyordum... O herkesi yaşatıyordu... Sonrası boşluk… Elimi uzattığımda yakaladığım boşluk benim her şeyim... Ya da hiçbir şeyim... Her şeyim ve hiçbir şeyim... Var aynı zamanda yok... Bu benim hissedişim... Ah öksüz ruhum... Gidip dönmek istemeyişlerim... Yakalanmaktan korktuğum hüzün bulutları, duygu yağmurları... Fırtınasından korkup kaçtığım... Saklayıp sarmaladığım bazen… Acı çeken, İçsel parçalanışım… Artık usandım hissetmekten... Hem de en derinden hissetmekten... Anlatılmaz bir farkındalıkla... Ve algılayışla... Duman oldum şimdi ben yanan bir kentin ortasında... Sadece bir duman... İşte o boşlukta kendinden kaçmak isteyen bir duman… Anlamadınız demi…  Anlamanızı beklemiyorum ki. Ben beni bildim... Kendini bilen bilir ancak beni de... Yoktur söze gerek... Kolay değildir anlatmak bulamıyorsan seni anlatan alfabeyi… Ben bildim vermenin ne kadar zor, almanın ne kadar kolay olduğunu... O kadar basit değil içinde büyütüp vermek... Varsa verirsin... Yoksa neyi... Zamanı çıkarıp attım yapıştığı kolumdan... Silkindim kalktım ayağa ve yürüdüm…. Beklemiyorum artik... Faydasızdı bekleyişler... Umarsızca yasanmış zaman dehlizleri sahibi olmak istemem… Yangınlar içinde bir ömür gelir geçer… Her sevgiliden sonra eksilir insan... Eksilmiş gitmiş istemeden... Belki de isteyerek… Bir  bir  yada tek tek terk edenler yada edilenler... Her iki kısımda yer alır insan... Ama  yine de dokunur mu  içine yoksa dokunmaz mı... Bazısı derinden hissedilir... Bazısı akla bile getirilmek istenmez... Hepimiz dahil olduk iki  tarafa... Gerçekten sevdik mi... Gerçekten sevildik mi... Yoksa aldanışlar yaşamak güzel miydi  her şeye rağmen... Bilinmez... Belki de yaşamak budur… Kimbilir…


……25.03.2008……………….zamanda bir durak ………….

20 Ocak 2012 Cuma

Kate Evans “Acayip Havaları”

 Açık Radyo Kitapları'ndan çıkan Kate Evans’ın “Acayip Havaları” okumaya değer bir kitapdır.

Küresel iklim krizini son derece anlaşılır, akıcı, ironik ve komik bir dille anlatıyor. Aynı zamanda bir çevre aktivisti de olan karikatürist Kate Evans, tarihin ilk küresel ısınma “çizgi romanı” ile iklim değişikliğine karşı mücadelede eşi bulunmaz bir araç veriyor elimize. Acayip Havalar konu üzerinde yazılmış birçok bilimsel kitaptan çok daha anlaşılır ve özlü bilgiler içeren önemli bir kaynak niteliği taşıyor.

Mark Lynas "Karbon Ayak İziniz"

Karbon kirliliğinde ve küresel ısınmada bireyler olarak hepimizin sorumluluğu var. Karbon Ayak İziniz, gezegenimizin karbon kirliliğinin kurbanı olmasına karşı çıkmanız, sorunun değil çözümün parçasıolmanız için hazırlanmış bir kılavuz.
Otomobillerin havaya çok yüksek miktarda karbon saldığını herkes bilir. Ama tükettiğimiz gıdaların taşınmasından dolayı atmosfere salınan karbon miktarını hesaplamak kolay değil. Ya da hangi çamaşır makinesinin daha az enerji tükettiğini bilmek.


Bu kitap yardımıyla kişisel karbon kirliliğinizi hesaplayabilir, karbon ayak izinizi düşürmek için atabileceğiniz basit ama sonuç alıcı adımlarıöğrenebilirsiniz. Unutmayın: Küçük önlemler toplamda büyük sonuçlar yaratabilir. Sorumluluğunuza sözle değil, küçük de olsa somut adımlar atarak gerçekten sahip çıkın. Böylece hem tasarruf edin, hem günlük hayatınızın kalitesini artırın.


Kitap sadece bir çeviri değil. Neşet Kutluğ kitabı Türkçeye çevirirken, metni Türkiye’ye uyarladı ve bölümler yazdı. Bu yüzden Karbon Ayak İziniz aynızamanda Türkiye’nin mevcut enerji, üretim ve tüketim altyapısıyla ilgili olarak başvurabileceğiniz önemli bir bilgi kaynağı.

19 Ocak 2012 Perşembe

Akdoğan Özkan, Türkiye’de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey


1 Bir Büyük Hayalin Olsun

2 Her Yıl Yedi Ağaç Dik

3 Dede Topraklarını Ziyaret Et

4 Gönlünü Sarhoş Et, Yıldızların Altında

5 Yedi Altın Öğüde Uy

6 Osmanlı’nın Yedi HarikasınıGör

7 Anadoludaki İlk İnsanlarınİzlerini Dülük’te Sür

8 Çoruh’un Zorlu ÇavlanlarınıAş

9 En Yaşlı Anadolulu’ya Sarıl

10 Sandalla Balığa Çık

11 Anneni Asitane’ye Götür

12 Gökyüzünü Tanı

13 Hükümetler İçin Performans Kriterleri Belirle

14 Git, Gör, Tesbit Et

15 Bir Yurt Köşesinin Kâşifi Ol

16 Yedi Tepeli Şehrin Yedi Tepesine Çık

17 İskele Meyhanelerinde Rakı Balık Yap

18 Gökova’da Köpek Balığını Gör

19 Aşk Vadisinde Onunla Ata Bin

20 Tramola Atmayı Öğren

21 Gökkuşağını Tortum Şelalesindeİzle

22 Dut Silkele

23 Her Şeyin Başına Sağlığı Koy

24 Nuh Tufanı’nın İzlerini Anadolu’da Sür

25 Son Telli Turnaların Danslarını İzle

26 Anadolu’nun En Eski Camisini Gör

27 Kaçkarlar’ın Zirvesinden Heliksiİle İn

28 Açık Hava’da Sezen’i Dinle

29 Pontus Alpleri’nde Yayladan Yaylaya Gez

30 Babanı Meyhaneye Götür

31 Bir Yemek Menüsünün Süper Aşcısı Ol

32 Bölge Milletvekiline Mektup Yaz

33 Çocuklarını Trenle Avrupa’ya Yolla

34 Kızılçukur Vadisinde Günbatımını İzle

35 İzafiyet Teorisini Öğren

36 Göktaşı Sağanağını Kelebekler Vadisindeİzle

37 Bağbozumunda Bozcaada’ya Git

38 Bir Çiftlikte Hayatı Paylaş

39 Dünyanın İlk Gökharitasının İzini Sür

40 Gereksiz Taramalardan Kaçın

41 Bir Kara Akbaba’yı Uçuşta Gör

42 Bir Hafta Sonunu Koca Sinan’a Ayır

43 2000 Metreden Kumsala Atla

44 Kentsel Doku Neymiş, Midyat’ta Öğren

45 Dünyanın En Güzel Hamamında Sefa Yap

46 Yeraltında Bir Çaydan Geç

47 Mezapotamya’nın Kültür Şuralarına Katıl

48 Mehmet Teyfik’e Vefa Borcunu Öde

49 Kama Sutra’dan İstifade Et

50 Komşularına Merhaba De

51 Meke Gölü’nde Güneşi Batır

52 Hıdrellez’de Tahtakuşlar’a Git

53 Dünyanın En Eski Tapınağını Gör

54 Diplamasiden Başka Silah Tanıma

55 Dünyanın İlk Yedi Kilisesini Gör

56 Şeb-i Arus Törenlerine Katıl

57 Ölü Deniz’e Tepeden Bak

58 Kapadokya Semalarını Balonla Turla

59 Boğazkere’yi Öküzgözü’nden Ayırt Et

60 Devlet Hesabına Muhbirlik Yap

61 Çoculkarına “Koruma” Eğitimi Aldır

62 Dünyanın En Eski Aşk Şiirini Gör

63 Aileni Depreme Hazırla

64 Dağbaşında Akanyıldızları Gözle

65 En Güzel Filmleri İzle

66 Troya Hazineleri’nin Peşine Düş

67 Risk Almayı Öğren

68 Aladağlar’a Urkeklik İçin Tırman

69 Balyan Ailesinin Yapıtlarını Gör

70 Kanoyla Kekova’yı Dolaş

71 Boğazda Dilenci Sefası Yap

72 Küre Dağları’nda Trekking’e Çık

73 Geleneksel Lezzetleri Yaşat

74 Gönüllü Ol

75 Türkiye’nin Çatısına Çık

76 Onu Helikopterle Gökyüzünde Gezdir

77 Birinin Kahramanı Ol

78 Mars’ı Dünya Gözüyle Gör

79 Gazi Koşusu’na Git

80 Fantazilerinde Sınır Tanı

81 İstanbul’un Gizli Yer altı Dehlizlerini Keşfet

82 Haliç’e Edirnekapı-Ayvansaray Üzerinden İn

83 Kayıp Karadeniz Demiryolunun İzlerini Sür

84 Yunuslarla Yüz

85 Vefa Bozacısı’nda Mola Ver

86 Faizdışı Fazlayı Öğren, Öğret

87 Yeraltındaki Pamukkale’yi Gör

88 Er Meydanında Kırkpınar’ı İzle

89 En Güzel Kitapları Oku

90 Toroslarda At Safariye Çık

91 Gökova’da Tekne Sefası Yap

92 Likya Yolunu Turla

93 Mevsim Balıklarını Tanı

94 Şambrel Yarışmasına Katıl

95 İsa’nın Şifresini Ayasofya’da Çöz

96 Osmanlı’nın Sayfiyesini Aynalıkavak’ta Gör

97 Four Seans’da Brunch Keyfi Yap

98 Kaş’ta Dimitri Batığına Dal

99 Yetmişinde Bir ZeytinağacıDik

100 Çocuklarına Bir Bavul Bırak

101 Kendi Listeni Hazırla

17 Ocak 2012 Salı

Anadolu'da Asur Ticaret Kolonileri

Assur Ticaret Yolları
Çivi yazılı tabletlerin okunmasıyla, MÖ 1920 - 1750 tarihleri arasındaki dönem Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak  adlandırılmıştır. 4000 yıl önce Anadolu ile Asur (bugünkü Suriye’nin güneydoğusu) arasında büyük bir ticaret vardı. Asurlu tüccarların Anadolu’da oluşturduğu ticaret kolonisinde 21 kent vardı. Bunlara karum (Asurca liman, pazar anlamına geliyor) deniyordu.  Bugün yalnızca 3 tanesinin yeri biliniyor: Hattuşa (Çorum-Boğazköy); Alişar (Yozgat-Sorgun) ve Kaneş/Neşa (Kayseri-Kültepe). Bu kolonilerin  merkezi Kültepe de yapılan kazılarda 20 bin çivi yazılı tablet bulunmuştur. Burada bulunan tabletler içinde en büyük grubu, iş mektupları, borç senetleri, çeşitli ticari kayıtlar ve mahkeme tutanakları oluşturur.

Bu Ticaret ilişkisi Anadolu için bir dönüm noktası olmuş, Anadolu yazı ile tanışmış ve Anadolu’da tarihi çağlar başlamıştır. Anadolu’da küçük bölgelere hükmeden yerel beyler, tüccarlardan gördükleri çivi yazısını Eski Asur dili ile birlikte kendi yazışmalarında kullanmışlar. Çivi yazısı, yumuşak kil tabletlere, üçgen prizma biçiminde kesilmiş tahtalarla bastırılarak yazılır. Sonra bu kil tabletler fırında ısıtılır ve kırılması zor tabletler ortaya çıkar. Mezopotamya’da çivi yazısı, bir Sümer icadı olarak MÖ 3250 yıllarından beri geliştirilerek, farklı dil ve lehçelere uygulanarak kullanılıyordu. 

Anadolu Ticaret Kolonileri
Orta Tunç devri yaşandığı için en önemli maden tunç yapımında kullanılan kalay ve bakırdı. Asur tüccarları Anadolu’ya kalay ve tekstil ürünleri satıp, Anadolu’dan altın, gümüş gibi değerli madenler, bakır ve tahıl ürünleri alıyorlardı.  Gümüş bir ticari meta olmaktan çok bir değer ölçüm ve ödeme aracı işlevi görüyordu. Günümüzde petrol ne kadar önemliyse o dönemde de tunç çok önemliydi. Bu nedenle tunç yapımında kullanılan kalay ve bakırın bulunduğu kaynaklara egemen olmak  hayati derecede önemliydi. Anlaşılan 4000 yıldır yeraltı kaynakları Ortadoğu coğrafyasında hep çatışma nedeni olmuştur.

Bazı yıllarda havalar kurak gittiği için Anadolu halkı Asurlu tüccarlardan kredili alış veriş yapıyordu. Borcun yıllık faizi yüzde 180’lere varabiliyordu. Demek ki Anadolu yüksek faizlere 4000 yıldır alışık.

Asurlu tüccarlar, Anadolu’da geceleri kentlerde konaklamak zorundaydı. Kentte konaklamanın bir bedeli vardı. Bu vergiyi ödemeden orada konaklama izni alınamıyordu. Üç istisnası vardı bunun: (1) Kaçak konaklamak, (2) Muhafızlara rüşvet vermek; (3) Daha düşük vergi alan bir kentte konaklamak. Demek ki Anadolu’da kaçakçılık, rüşvet ve vergi kaçırmanın tarihi en azından 4000 yıl önceye gidiyor.

Burada görülen tablet, bir Asurlu tüccarın arkadaşı olan bir başka Asurlu tüccara bir kentte konaklamak için nasıl rüşvet verileceğini anlattığı bir tablettir. Yani rüşvetin belgesi olur mu diye sormayın. İşte size rüşvetin 4000 yıllık belgesi.

Kredili alış veriş yapan Anadolu halkı bir sonraki yılda da havalar kurak gittiğinde borcunu ödeyemiyor, bu durumda ailesinden birisini Asurlu tüccara köle olarak vermek zorunda kalıyordu. Bazen isyan ediyor ve kent kralına başvuruyordu. Kent krallarının borçların silinmesine ilişkin fermanları var. Asurlu tüccarlar alacaklarının silinmesine çok kızıyorlardı kuşkusuz. Zaman zaman Asur kralları Anadolu’ya girip kent krallıklarına haddini bildiriyordu. Ama bu her zaman mümkün olmuyordu. Bunun üzerine Asurlu tüccarlar kredili satışlarda muteber tüccarların kefaletini aramaya başladılar. Kültepe’de ve Hattuşa da bulunan tabletlerde kefalet hükümleri yer alıyor. Demek ki bankacıların şahsi kefaleti 4000 yıldır var.

Bu dönemde taşımacılığın ilk örnekleri ile karşılaşıyoruz. Asurlu tüccarlar bu taşımacılığı 250 eşekten oluşan kervanlarla yaparlardı. Kervanların Asur’dan yola çıkıp Neşa’ya varıncaya kadar yaklaşık 1000 km yol alması gerekiyordu ve bu yolu gidip, dönmesi 3 ay alıyordu.  Musul yakınlarındaki Asur’dan yola çıkan kervanlar, Dicle boyunca kuzeye doğru ilerleyerek önce Güneydoğu Anadolu’ya geliyor, buradan ya Kahramanmaraş-Elbistan Ovası üzerinden ya da Ergani Maden Geçidi ile Toroslar’ı, Malatya yakınlarında da Fırat’ı aşıp, Tohma Çayı vadisi boyunca ilerleyerek Kültepe’ye varıyorlardı.

Kültepe/Kaniş
 Bütün anlattıklarımızdan MÖ II. binyılın başında, Anadolu’da, Asur ticaret kolonisi aracılığıyla rüşvet, vergiden kaçınma, tefecilik esaslarına dayalı bir ticaret düzeni kurulmuş olduğu anlaşılıyor.

MÖ 1750 de Hititler Asur ticaret kolonisinin merkezi olan Kaniş/Neşa'yı ele geçirdiler. Neşa'nın ele geçirilmesi Asurluların uyguladığı tefeciliğin sonunu getirmiş olmalıdır. Bu gelişme Asur ticaret ve tefecilik sömürüsü altında inleyen komşu kent krallıklarında, Hititlere karşı bir sempati doğmasına yol açmış olsa gerek. Çünkü Neşa'nın ele geçirilmesi sonrasında Hititler, Anadolu'nun büyük bölümüne egemen oldular. Hititlerin, ekonomik sorunu doğru bir çözüme kavuşturmak suretiyle Anadolu'ya egemen olmaları bugün için de önemli bir gösterge olarak kabul edilebilir.


12 Ocak 2012 Perşembe

Her gününü, hayatın son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın

Apple Macintoch ve iPod’un yaratıcısı Steven Paul Jobs, “Her gününü, hayatın son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın” deyişini yaşamının parolası yapmıştır. Jobs, 12 Haziran 2005’de Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde aşağıdaki konuşmayı yapmıştır.
“Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an!
Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.
İlki noktaları birleştirmekle ilgili.
İlk 6 aydan sonra Reed Üniversitesinde derslere girmeyi bıraktım, ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım?
Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için herşey hazırdı. Tek sorun, ben ortaya çıktıktan sonra, beni evlat edinecek çiftin esasında bir kız çocuğu istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: “Elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz?”. Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailemin beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verdikten sonra ikna oldu.
Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini farkettim. Hayatımla ilgili ne yapmamgerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve herşeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.
Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için 7 mil uzaktaki Hare Krishna kilisesine gidiyordum. Çok güzeldi. Merakım ve sezgilerim sayesinde içine düştüğüm çoğu şey daha sonra benim için paha biçilmez deneyimlere dönüştü.
Bir örnek vereyim: O zamanlar Reed Üniversitesi muhtemelen ülkedeki en iyi kaligrafi dersini veriyordu. Kampüsteki her poster, çekmecelerdeki her etiket, çok güzel şekilde elle kaligre edilmişti. Okulu bırakmış olduğum ve zorunlu dersleri almak zorunda olmadığım için kaligrafi dersi alıp nasıl yapıldığını öğrenmeye karar verdim. Serif ve san serif yazı karakterleri, değişik harf kombinasyonları arasındaki boşluğu ayarlama ve harika bir tipografiyi harika yapanın ne olduğu hakkında çok şey öğrendim. Çok güzeldi; tarihsel ve sanatsal olarak o kadar inceydi ki bilim hiçbir şekilde bunu yakalayamazdı ve ben bunu muhteşem buldum. Bunların hayatımda pratik bir uygulama bulma olasılığı yoktu. Ama on sene sonra, ilk Macintosh’u tasarlarken, bir anda aklıma geliverdi. Bunların hepsini Mac’te kullandık. Mac güzel bir tipografiye sahip ilk bilgisayardı.
Eğer o derse hiç girmemiş olsaydım, Mac hiç çok yönlü yazı karakterlerine veya boşlukları doğru orantıda kullanan fontlara sahip olmayacaktı. Windows da Mac’ten kopyaladığına göre, hiçbir kişisel bilgisayarın bunlara sahip olmayacağı muhtemeldir. Okulu bırakmamış olsaydım, o kaligrafi dersine girmemiş olacaktım, ve kişisel bilgisayarlar şu an sahip oldukları o harika tipografiye sahip olamayabileceklerdi. Tabii ki üniversitedeyken noktaları ileriye bakarak birleştirmek imkansızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda herşey çok ama çok berraktı.
Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz – tanrıya, cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi bir şeye. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadığı gibi hayatımı da bütünüyle değiştirdi.
İkinci hikayem sevgiyle ve kaybetmekle ilgili.
Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Woz (Steve Wozniak) ve ben Apple‘ı 20 yaşındayken ailemin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık, ve 10 sene sonra Apple garajdaki iki kişiden, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh’u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşına yeni basmıştım.
Ardından kovuldum.
Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl kovulabilirsiniz? Şöyle: Apple büyük bir şirket haline geldiği için biz de şirketi benimle birlikte yönetebilicek, yetenekli olduğuna inandığım birini işe aldık ve ilk sene işler iyi gitti. Fakat daha sonra, geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve bir noktada koptu. Bu noktada yönetim kurulumuz onun tarafında yer aldı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hem de herkesin gözü önünde. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yokolmuştu, bu büyük bir yıkımdı.
Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Bir önceki girişimci nesli yüz üstü bırakmış, rütbe tam bana teslim edilirken onu elimden düşürmüş gibi hissetmiştim. Dave Packard ve Bob Noyce’dan bu başarısızlığım için özür diledim. Fazla göz önünde olan bir başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat içimde bir şeyler uyanmaya başladı, yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim. Apple’da olanlar bunu en ufak şekilde değiştirememişti. Dışlanmıştım ama hala aşıktım. Ve yeniden başlamaya karar verdim.
O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Başarılı olmanın ağırlığı yeniden başlamanın hafifliğiyle yer değiştirmişti, hiçbir şey hakkında eskisi kadar emin değildim. Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim.
Sonraki beş sene NeXT adında bir şirket kurdum, Pixar adında başka bir şirket, ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık olmuştum. Pixar’da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story‘yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple NeXT’i satın aldı, ben Apple’a döndüm ve Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Ve Laurence ile harika bir aile kurduk.
Apple’dan kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.
Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.
Devam etmeme sebep olan şeyin yaptığım işe olan aşkım olduğuna ikna olmuş durumdayım. Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin.
Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.
Üçüncü hikayem ölüm hakkında.
On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:
“Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.”
Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” Uzun süre art arda, “Hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.
İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları – tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.
Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok.
Bir yıl kadan önce bana kanser teşhisi kondu. Sabah 7:30?da girdiğim ultrasonda pankreastaki tümör bariz bir şekilde görünüyordu. Bense pankreasın ne olduğunu bile bilmiyordum. Doktorlar bu tip bir kanserin tedavisinin neredeyse imkansız olduğunu ve üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bu, çocuklarınıza ilerideki 10 yıl içinde söyleyeceklerinizi birkaç ay içinde söylemeye çalışmak demekti. Bu, aileniz rahatı için gerekli herşeyin kısa zamanda yapılması demekti. Bu veda etmek demekti.
Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, boğazımdan bir endoskop soktular, mide ve bağırsaklarımdan geçerek bir iğneyle pankreasımdaki tümörden birkaç hücre aldılar. Ben narkozla uyutulmuştum, fakat eşimin söylediğine göre doktorlar alınan hücreleri mikroskobun altına koyduklarında sevinç çığlıkları attığını söyledi. Benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Ameliyat oldum ve şimdi iyileştim.
Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve umarım uzun yıllar boyunca bir daha bu denli yaklaşmam. Bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır.
Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. Şimdiye dek hiç kimse ölümden kaçamamıştır. Bunun böyle de olması gerekir, çünkü ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat’ın değişim ajanı. Yenilere yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Şu an için yeni sizsiniz, ama günün birinde, üstelik pek yakında siz de eskiyecek ve aradan çıkarılacaksınız. Bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm, ama gerçek bu.
Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey ikinci planda.
Gençliğimde, bizim neslin kutsal dergilerinden biri sayılan, The Whole Earth Catalog adında inanılmaz bir yayın vardı. Menlo Park yakınlarında yaşayan Steward Brand adında biri tarafından şiirsel bir tarzla kaleme alınmıştı. Size anlattığım bu olay, 1960′lardan kalma, masa üstü bilgisayarlardan ve bilgisayar destekli yayınlardan önce, yani bu dergi daktilolar, makaslar ve polaroid kameraların yardımıyla yapılmıştı. Google ortaya çıkmadan 35 yıl önce, dergi formatında bir Google gibiydi: idealistti, anlaşılır bilgiler ve harika görüşlerle doluydu.
Stewart ve ekibi bunun birçok baskısını yayımladılar ve dergi miyadını doldurduğunda son bir baskı yaptılar. 1970′lerin ortalarıydı, o zamanlar sizin yaşlarınızdaydım. Son baskının arka kapağında, sabahın erken saatlerinde çekilmiş bir yol fotoğrafı vardı, hani her maceracının kendini otostop çekerken bulabileceği yollardan biri.
Fotoğrafın altında şu sözler yer alıyordu: “Aç Kalın, Budala Kalın (Stay Hungry. Stay Foolish).” Aramızdan ayrılırken bize verdikleri veda mesajları buydu. Aç Kalın, Budala Kalın. Kendim için hep bunu diledim. Ve şimdi, sizin için de aynı dilekte bulunuyorum:

Aç Kalın, Budala Kalın.
Hepinize çok teşekkür ederim.”
Steve Jobs.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Nazım Hikmet Piraye’ye Mektuplar

Nazım Hikmet’in karısına yazdığı mektuplardan oluşan “Piraye’ye Mektuplar  17 yıl boyunca akan bir özlemin mektuplarda can bulmuş yansımalarıdır. 1933’ten 1950’ye kadar çeşitli cezaevlerinden, mektuplarla karısına aşağıdaki dizelerleseslenmiştir.

“Uyumak şimdi,/uyanmak yüzl yıl sonra, sevgilim…/Hayır kendi asrım beni korkutmuyor…/Asrım sefil, asrım yüz kızartıcı, asrım cesur, büyük ve kahraman…”

“Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...”
……………..22 Eylül 1945 …..

En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...
………24 EyLüL 1945……
Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : - «P î r â y e ,
P î r â y e !...» - diye...
……….6 Ekim 1945…………

“Canım Karıcığım,
Hep seni düşünüyorum, sıhhatini, rahatını, parasızlığını, uzun bir hasret ve hicrandan ibaret olan şu on bir seneni düşünüyorum. Her akşam ve her sabah albümü açıyorum, resimlerine bakıyorum, ayrı ayrı tarihlerde çıkartılmış fotoğraflar bana bütün bu on bir seneyi yeni baştan her gün yaşatıyor. Seni sevmek artık bende bir ibadet haline geldi. Ferhad’la Şirin’i ilk önce başka türlü bitirmek niyetindeydim, üçüncü perdeyi de iki sahne yapmak istiyordum. İkinci sahnede, yani üçüncü perdenin ikinci sahnesinde, suyun çeşmelerden akışını ve Ferhad’ın Şirin’in kucağında ölüşünü yazacaktım. Fakat sonra düşündüm, hem esas fikir itibariyle piyes üçüncü perde birinci sahnede bitiyor, hem de Ferhad’la Şirin’de seninle bana benzeyen bir taraf var ki, adeta kendimi sana kavuştuğum anda senin kucağında öldürmüş gibi olacaktım, buna gücüm yetmedi.  ….”
“Sevgilim,
Sağdan soldan af haberleri geliyor. Ben hiçbirine inanmıyorum, fakat bir yandan da bir hasretim sana, bir hasretim, bir hasretim, akıl almaz. …”
“Biriciğim,
Beni bilirsin, lüzumundan fazla şairim. Her hadiseyi kafam yalnız şuurla değil, kalbim hisle de işler, yoğurur, ona en akla hayale gelmez şekiller ve ölçüler verir... Bu benim en büyük kusurum, en büyük meziyetimdir... Ne haltedeyim! Yaratılışım böyle... Hele senden ve sevdiklerimden uzak karanlık bir meçhulün içinde olmak bende bu hassayı, bilhassa sana ait olan meselelerde, marazi bir hadde kadar çoğalttı. …”

Görmek
        işitmek
                duymak
                     düşünmek
                               ve konuşmak
koşmak alabildiğine
başı dolu
         başı boş
koş-
      -mak...
Hehehey TARANTA - BABU
                                   hehehey
yaşamak ne güzel şey
                          anasını sattığımın
                                           yaşamak ne güzel şey..


Ben Deliyim

Çılgın zamanlarda yaşamak bize düştü..
Ölümün acımasızlığı her zamankinden beter...
Gidenler..
Gelenler...
Düşenler...
Ahhh zamanın sonsuzluğunu anlamayanlar
Düştük yola güzel şeyler bulmak umuduyla...
Işıklarıyla büyük şehirler yol oldu bize...
İz sürdük yalnızlığa...
………Kemal Kahraman- Gürkan Sarıgül……..


Ben deliyim
Hesapsız günlerin bekçisi
Bilmem ince hesaplar yapmasını
Ne görürsem, ne hissettirsem onu söylerim
Oyun, yalan, dolan yoktur yüreğimde

Ben deliyim
Tanrılara ve onların dinlerine inanma
İnanmam kapkara töreler, köhnemiş adetlere
Bir tek sevgiye inanırım, aşka

Ben deliyim
Savurmuşum yüreğimi dört bir yana
Çizilmiş sınırlara inanmam
Dinim, dilim, ırkım, rengim yoktur
Dünyalıyım ben

Ben deliyim
Bilirim uslanmaz deli gönlüm
Her şeyi paylaşırım yarin yanağından gayrı
Baştanbaşa Anadolu’yum
Özgürlük türküsüyüm savaşlara karşı

Ben deliyim
Yüreğime akan kan kesilmese de
Gardiyan olmam ömrüme
Aşka inanır, sevgiye bağlanırım
Uslanmaz bir romantik olurum dumanını gökyüzüne savuran

Ben deliyim
Hayat ve sevda yalan diyenlere inat
Her gece bir gemi kalkar yüreğimde sevda dolu
Aşklarım yangın mavisine çalar
Vişne rengi ekşilik tadında olsa da bazen

Ben deliyim
Deli sevdalar dolanır damarlarımda
Gökteki yıldızlar kadar çok ve parlak
Çöplerde emek toplayan çocukların haline ağlarım
Afrika da açlıktan ölen çocukların

Ben deliyim
Kökü fırtınalarda sökülmemiş bir çınarım
Gam yükler yüreğime ustura ağzında yaşarım
İçerim alkolün her çeşidini tadına vara vara
Günlerin acılarına vura vura

Ben deliyim
Amansız acı tadında yağan ihanetlere inat
Dürüstlüğün ve sadakatin halen olduğuna inanırım
Umuda inanırım

Ben deliyim
Dalımda çürüyen bir dünyanın acılarını kuruturum
Öfkem kabarır basarım küfrü
Ağlarım yüreğim kabarır
Cehennemden beter yanarım

Ben deliyim
Yüreğimi yaşadığım kentin hüzünlerine katmışım
Yarım kalmış aşklarına yanmışım
Yalnızlığına sığınmışım
Kırık dökük anılarına

Ben deliyim
Sevgisizlikten soğumuş bir dünyada
Yaz mevsimini sıcakları severim
Soğuktan nefret ederim

Ben deliyim
İhanete uğrayan umutlar ağır yenilgiler alsa da   
Rodrigo dinler, güzel hayaller kurarım
Sevdaya dair, güzel günlere dair

Ben deliyim
Karanlıkta parçalansa da zaman
Bu dünya da insanlar her şeyi paylaşsın isterim
Zengin ve fakir olmasın
Mutluluktan herkese eşit pay düşün isterim 

Ben deliyim
Patlamaya hazır volkanlar taşırım içimde
Mavi gözlü deve, Nazım ustaya özenir
Bütün haksızlıklara muhalefet ederim
İsyan ederim

Ben deliyim
Sonu kayıp aşklar taşırım yarınlara
Sineme katar bütün ayrılıkları
Efkarımı savurup sigaramın dumanına
Özlemlerin en büyüklerini yaşarım

Ben deliyim
Ne olacak halim diye düşünmem
Yollara düşerim anlamlı anlamsız, zamansız
Bağlanmam kimseye, kendime bile
Bilirim, bir gün sevgiyle büyüyen bir aşk örter üstümü

Ben deliyim
Gidenler düşünce benden
Dağlara sevdalanır
Bulutlara kurarım düşlerimin çadırını

Ben deliyim
Ütopyalar kurarım
Elime sevda kuşları konar, koynumda beslerim
İnsanlar istemese de
Onlara ateşi çalarım, Prometheus gibi

Ben deliyim
Sivas da, Dersim de yanar, Maraş da kül olurum
Apansız fırtınalar çıkar yüreğimde
Sevda haritaları çizerim
Yaralarıma çiçek ekerim

Ben deliyim
Her 6 Mayıs da darağacına çekerim kendimi
15-16 Haziranda isyan olurum
Kızıldere’de ateş, Nurhak’da yangın olurum
Latin Amerika’da Che Guevara 
Rusya’da Tanya
Almanya’da Rosa Luxemburg
Anadolu’da Mustafa Suphi

Ben deliyim
Halepçe’de zehirlenir, Hiroşima’da bedenim tuz buz olur
Zindanlarda yatar dağ başlarına sevdalanırım
Paraya değer vermem
Uçurumları çoğaltan kapitalizmden nefret ederim

Ben deliyim
Arabeks dumanlar yükselirken bu kentin üzerinden
Spartaküs olurum bazen
Çoğu zaman Prometheus

Ben deliyim
Balık hafızalı bir dünyada yaşarım
Unutmam hiçbir şeyi
Kin tutmam
İncinsem de incitmem

Ben deliyim
Bilirim bu dünya bana göre değil
Karanlığı ince bir bıçak gibi yırtarım
Yürek dolusu gülerim
İçim de büyümeyi unutmuş bir çocuk taşırım
Saf bir çocuk

Ben deliyim
Evrim teorisine inanırım
Köküm MÖ 4000 de Sümer de yaşar
Dostumdur MÖ 1500 de yaşıyan Hititli
Ama inanmam Hititlinin bin tanrısına
Dostumdur İnkalılar, Mayalılar, Kızıldereliler
Dostumdur yedi kıtada yaşayan gelmiş geçmiş canlılar

Ben deliyim
Kitapları severim en çok hüzünlü kitapları
Müzik dinlerim en çok aşk şarkılarını
Sesim güzel olmasa da türkü söylerim, şiir okurum

Ben deliyim
Koynumda taşırım mavi sevdalarımın resmini
Carl Orff ezgisi büyüklüğünde şimşekler çakar ruhumda
Hangi kentte yangın çıksa oraya koşarım
Bir tutam aşkta yanarım

Ben deliyim
Sevda çıkınca yoluma yüreğimi orta yer koyarım
Sevdada, dostlukta, düşmanlıkta erkekçe olsun isterim
Hiçbiri olmasa da

Ben deliyim
Yanlış rüzgarlar esse de ömrümün atlasında
Bütün köhnemiş yasaklara inat
Bir yürek taşırım kıpkızıl 
İçinde kocaman sevdalarla

Ben deliyim
Pir Sultan’ı, Köroğlu’nu, Karayılan’ı severim
Darağacına asılan Şeyh Bedrettin’i, Börklüce Mustafa’yı, Torlak Kemal’i
Ömer Hayyam’mı, Hesiodos’u, Aragon’u, Bertolt Brecht’i,
Daha nicesini

Ben deliyim
Güneşi tutuşturan bir ömür yaşarım
Kendime güler, ağlarım kendime
Soluk soluğa koşarım bir parça aşk kırıntısının peşinde
Sığmaz yüreğim göğüs kafesime

Ben deliyim
Deliden de deli
Akıllıdan da akıllı